Yaşamın yeryüzündeki derin sessizliğini / Bize öğreten güldür / Gül açmış gül ağacında.
Lorca, ‘Gümüş Kavaklar’
Nil Köken, saf sevginin güzelliğini, kendinden yeniden doğan gezginin evrenini resimlediği ‘Yol ve Yolculuk’ çalışmasından sonra ‘Hayatın İçinden Portreler’ adıyla açtığı ilk kişisel sergisiyle izleyenlerde derin izler bıraktı. Yakın çevresinden tanıdığı insanlardan oluşturduğu bu portrelerde, yolculuk resimlerinde olduğu gibi güçlü bir sezgiyle yoğrulmuş içe dönüşleri, duyguları, özlemleri simgeleştirdi. Karmaşık ilişkilerden uzak, saf ve temiz bir dünyanın çekiciliğini sevdiği insanlarla bütünleştirdi. Yapıldığı ‘an’ ile birlikte bu yüzlerde derin yaşam katmanlarını belirgin kıldı. Bir nefeste tutkuyla, sevgiyle yapılmış portrelerin bakışlarından bizlere yayılan enerjiyi, güzelliği yakaladı. Kırılgan doğamıza rağmen derin sularda yüzebilmeyi, sevinç ve mutlulukla suda yüzen, masumiyetin simgesi kâğıt bir gemiyle hissettirdi.
Düş kurmak kavramı altında, ‘Kayıp cenneti’ kurduğu bahçelerde arayan çağımız insanının karamsar ve yabancılaşmış atmosferini inceleyerek kuramsal araştırmalarını sürdürdü. ‘Sessizlik Bahçeleri’ adlı sergiyle bu bilgiler düşler bahçesine açıldı. Bu çalışmalarda Nil, doğayı, ‘savaşılan ve üstün gelinen bir hasım değil, bilinmezden haber veren bir dost, bazen kucaklayıcı bir anne ve kimi zaman ise adeta bir semboller âlemi’ olarak resimledi. Bu resimleriyle doğaya yabancılaşan insanı yaşamda güzel olanla buluşmaya davet etti. İnsanı da doğayı da ışığın ince örgüleri gibi düşledi, var kıldı.
‘Gözleyen Yeryüzü’ adlı yeni sergisinde yaşamı bir anne şefkatiyle gözleyen ve gözeten yeryüzünün çocuklarına odaklanıyor. Tohumdan, çiçeğe, yapraktan dala, toprağın üzerinde gezinen, yeryüzünün sessiz tanıklığını yapan varlıklarda, doğanın çekici güzelliğini ve bütüncül uyumunu arıyor. Katı, ağır bir yapı olan yer küre üzerinde kırılgan, gizemli canlıların hem gözleyen hem de gözeten dünyasına bir kapı açıyor.
Katı ve kaya ağırlıklı yapısı üzerinde birbirinden zengin yaşam formlarını barındıran yeryüzü, güzellikleriyle de hızla kaybolmakta olan tek gök cismi. Bu sergide Nil’in küçük çiçeklerle dolu olan renkli bahçesi, büyümüş yeryüzü olmuştur. Gözleyen hem de gözeten canlılarla kocaman bir ana kucağıdır ‘o’. Nil, yeryüzünü kutsal bir anne, merhamet, sevecenlik, nezaket ve güzellik gibi erdemlere esin veren büyük bir güç olarak ele alıyor. ‘Gerçek bir dikkat ve anlayış’ olarak tanımladığı ‘sevgi’yi, aynı zamanda yeryüzünü dengede tutan ve doğa yasalarını düzenleyen güç olarak görüyor. ‘Resimlerimdeki her bitki, her canlı, yeryüzü annenin müşfik desteğiyle can bulan ve yaşamını sürdüren çocuklarıdır’ diyor, Nil. Ve aynı zamanda bu çocuklar farkındalıklarıyla birbirini destekleyen, kontrol eden ve ayakta tutan bir sarmal olarak birbirlerine bağlı yaşamaktadırlar.
İnsanın kendini bir kez daha doğada görmesi gerektiğine inanan sanatçı böylece insanın ince duyarlılıklarının ve kendisinde daha önce farkına varmadığı yüksek kalitelerinin, güzellik ve erdemlerinin, açığa çıkacağına inanıyor. Dağlarda kendi ruhunun azametinden bir tat bulan, tatlı yumuşak bir canlının sevimliliğinde kendi masumiyetiyle yeniden karşılaşan insanın kendi içindeki ve dışındaki doğaya da sahip çıkacağını düşünüyor. Öyle ki tüm varlıkla birliğini, sözden, düşünceden daha dolaysız bir yoldan idrak etsin. Acı dolu ayrılık düşünden uyanarak bütünün iyiliği için hareket etmenin sevinç dolu hürlüğünü yaşayabilsin. Tıpkı güneş gibi.
Kendi sözleriyle, ‘yağmura rağmen ağacın doruklarına tırmanan bir sincapta azmini, dingin ve güzellik dolu yeryüzünde duraksayan tilkinin sessiz bakışlarında, sisle uyuyan ve baykuşlarla uyanık kalan ormanda kendi iç derinliğini tanımak ve insanın sonsuz potansiyeli üzerine düş kurmak istediğini’ belirtiyor. Bu yüzden Nil, bu sergiyi yeryüzünün tüm çocuklarına adadı.
Güçlü ve parlak renklerle uyguladığı biçimler, yeni bir günün sevincini, mutluluğunu taşır. Bu resimlerde, günün hareketlerini, varlıkların seslerini duyarcasına bir tuvalden diğerine geçen yeryüzü imgelerinin aydınlık dokunuşla ele alındığını gözlemleriz. Gökyüzünden yayılarak, ağaçlardan süzülerek yere inen güneş ışınlarının göz kamaştıran etkisi altında yürüyen varlıklara saygıyla bakarız. Çiçeklerle kaplanmış gizemli bir yerde, kendi dikenleri altında saklanan ve dünyanın en eski çocuklarından biri olan cesur kirpiyle yüz yüze geliriz. Yeni bir masal dünyasına gireriz. Arkasında bıraktığı huzur verici bir aydınlığın içinde gezinen bu masalsı varlık güzel ve güçlü görünen bir prenses gibi bizi büyüler. Çiçeklere doğru tedirgince ilerleyen kirpinin bulunduğu yere o an düşmüş olan bir dal parçasına dalar gider gözlerimiz. Tüm sessiz yaratıklarla birlikte her bir çiçeğin, yaprağın, dalın uyum dolu canlılığını ve bu sessiz şahitliğin uyandırıcı gücünü sezen Nil’in dünyasını okuruz. ‘Sessizlik Bahçeleri’ sergisinde olduğu gibi, kokusuyla çok şey anlatan çiçeğin rengine, yaşam enerjisine odaklanırız. Bir renkle izleyenin yüreğinde binlerce çiçek açtıran sanatçının içsel sessizliğinde geziniriz.
‘Meryem Ana ile Kırmızı Başlıklı Kızı’ birleştiren imgeleminde kurtlar, masumiyetin ayakları dibinde, huzurda duruşu simgeler. Nil, bu şefkatli, kırılgan, masumiyeti bir av değil, gerçeğin iç yüzünde şiddetsizce avlanan bir avcı olarak betimler. Mavi ve kutsal bir gecede av ve avcı barış içinde var olan tek bir bütünü simgeler. Bu ikili geceyi ve mucizevî sevginin iç seslenişini birlikte dinlerken resimlenir.
Bir başka resimde Nil, kaplan ve ceylanı, bir insanın iç dünyasında buluşturur. Sanatçı, kişinin duyarlı, kırılgan masumiyeti ve duyguların sesini temsil eden ceylanını dinlemesi gerektiğini anlatır. Onu öfke, güç ve aklı simgeleyen kaplanına yem etmeden olgunlaşabileceğinden bahseder. Tüm evreni kendi içinde dengeye, barışa getirebilmek için kendi kırılganlığını kucaklarken kendi yırtıcılığını da yabanileştirmemeyi başarabileceğini söyler. Kucaklayarak ve gereken saygı dolu dikkati vererek tüm özelliklerini evcilleştirebilir insan.
Nil’in masalsı bahçelerinde güven verici bir ortam, mekânsal bir özgürlük hissedilir. Bu resimler her gün doğadan hızla uzaklaşan ve yabancılaşan insanı ‘anlamsızlık kâbusundan’ uyandırma yolları sunar. Bu bahçeler, çiçekler ve yeryüzü çocuklarıyla duygusal bir bağ kurarken doğayı olduğu gibi kabul ederiz. ‘Gözleyen Yeryüzü’ resimlerinde gezinirken tinsel bir güzellikle baş başa kalırız. Boyası taze, diri, devingen görünümler içinde, ışıklı bir düş dünyasına dalarız.
Nil keskin gözlemci ruhuyla doğal olanı unutulmaz ve etkileyici kılan yaklaşımıyla resim sanatımızda manzara resmine özgün bir yorum getiriyor. Kendisinden önce gelenler ve çağdaşlarından farklı olarak doğayı, toprağı, ağacı, suyu, yeryüzünün tüm varlıklarını bir bütün olarak resmediyor, hissettiriyor. Yeryüzünü kuşatan varlıkların kokularına, seslerine, renklerine yüreğimizi açıyor. Bir anne kucağında birbirleriyle konuşan, etkileşim halinde olanların yüreğine dalmamızı, bilincin sessizliğinde ‘daima ışığa doğru’ ilerlememizi sağlayan resimleriyle bizleri baş başa bırakıyor.
Canan Atalay 2012