NİL KÖKEN’İN PORTRELERİ ÜZERİNE
Dr. Hakkı Engin GİDERER
Bir insanın yüzüne bakarak onu tanıyabilir miyiz? Derin tanışma bilgisine ulaşabilir miyiz? Karşımızda oturanın kişiliği, derdi, samimiyeti, yaşam karşısında duruşu, yenilgileri, sevdaları hakkında kafamızda bir çerçeve oluşturabilir miyiz? En etkili tanışma biçimlerinden olan psikoterapi seansı sayısız ipuçlarıyla doludur. Terapist, karşısındaki insanın bakışları, sözler, beden dili, sesi, giysileri, mimikleri, kapıdan içeriye doğru yürüyüşünü gözleyerek onunla ilgili bilgileri toplamaya başlar, bu bilgilerin çoğu duygusal ve bilişsel bir aynaya dönüşmek isteyen terapistte biçimlenir. Danışanın göremediği çizgiler, ayrıntılar, renkler terapist tarafından kendisine yansıtılır ve kişinin kendisini, hatalarını, olumlu özelliklerini daha iyi görmesi, fark etmesi sağlanır. Bazen terapist bir ayna oluşturamayabilir. Bazen oluşturduğu aynaya karşısındaki asla bakmaya cesaret edemeyebilir.
Ressam -bir portre çizerken model istemeden karşısına oturmuşsa- terapistin danışan karşısındaki hemen hemen tüm olanaklarına sahiptir. Modeli ressamla konuşur, göz ifadesi, sesi, beden dili, giysileri, mimikleri ressamın emrine amadedir. Terapistle danışanı arasında konuşulanlar terapi odasına kapatılır ve hep orda kalır. Oysa ressamın modeli resminin bir duvara asılıp başka gözlere sunulacağını bilir. Ressamın modeli memnun etme gibi bir kaygısı olmayabilir. Portre ressamıyla modeli arasındaki ilişki –portre ısmarlama değilse-terapideki kadar demokratik değildir. Ressam otoritedir. Resmi kendine yapmaktadır. Model sırlarını anlatmıyorsa, az konuşuyorsa ressamın işi terapistten daha zordur. O zaman ressam, gözleriyle ve sezgileriyle modeli delip geçmek zorundadır. Portre ressamının yaptığı ayna, modelin psikolojisini yansıtmak için onlarca, yüzlerce andan oluşan kırıklarla bütünlenir. Resmin diliyle oluşturulan tüm yüzler bilinmezliğin, ölümsüzlüğün, çok anlamlılığın platosudur.
İyi bir portre resmi, modelinin psikolojisini, kişiliğini yansıttığı zaman mı yoksa modelden yansıyanların ressamın psikolojisiyle kaynaştığı zaman mı iyidir? Bazı portre ressamları kendi aynasına daha çok bakar, kendini (sanatını) modelinden daha çok önemser. Bazıları kendini bir kenarda tutmayı başarır. Holbein’da giysiler ve modelin mesleği ile ilgili nesneler portre kadar önemlidir. Picasso’nun bazı portrelerinde biçem portreyi örter. Bazı ressamlar modelin arkasındaki manzarayla modelin yüzünü eşitler.
Nil Köken’in ilk sergisindeki portreler yakın çevresindeki kişilerin portreleridir. Sevdiği, zaman zaman çatıştığı, bazen anlaşamadığı kız ve erkek arkadaşları, üniversitedeki hocaları, babası ve kendisine ait portreler. Yaşamın içinde tanıdığımız kişilerin resimlerini yapmaya başladığımızda aynayı oluşturmada bir terapistten daha şanslıyızdır. Yaşamda çevremizdekileri başkalarıyla olan ilişkileri içinde tanıma olanağı buluruz. Onları değerlendirmek için daha çok zamanımız vardır. Terapi odası yaşama göre daha yoğun bir ortam olsa da yaşantıların çokluğu bakımından daha fakirdir. Terapist dostluk, aşk, arkadaşlık çizgisini geçmez, mükemmel ve soğuk bir aynaya harcar zamanını. Oysa sevdiğimizin resmini çizerken sanatın aşka izin veren tutkulu, coşkulu, özgür ruhunu kullanırız. Nil Köken’in portrelerindeki sıcaklık modelin kim olduğunu ve ressamla ilişkisini bilmesek de bize ulaşır. Portrelerin kime ait olduğunu bilenler için ressamın modelini keskin bir bakışla, dış görünüşü ve psikolojisiyle derinden kavradığı açıktır.
Portrelerin arka planındaki renkler portrelerdeki renklerle ilişkilidir. Arka plan bir tiyatro dekoru değil daha gerçek bir mekân yanılsaması yaratır. Portrelerin bu mekânda soluk aldıklarını söyleyebiliriz. Ressamın renklerin psikolojik anlamlarını içeren öznel bir sözlük kullandığını söyleyebiliriz. Anlatımcı biçem, fırçanın hızlı davranışları, yakalanan gerçekliğin bir an önce bozulmadan tuvale geçmesini amaçlamaktadır. Arka planın modelin yüzüne göre genellikle daha düz boyanması ve daha az renk içermesi portrenin öne çıkması, dikkatin portreye odaklanmasını sağlamaktadır. Bazı portrelerde kullanılan nesneler Nil Köken’in diğer resimlerinden koparılıp aktarılmıştır (kâğıttan kayık, bebek, kelebek). Konusu masalsı olan büyük tuvallerdeki çocuksuluk özellikle oto portrelere sinmiştir. Büyülü, çocuksu, şiirsel (renklerin birbiri içinde erimesi, çizgilerin kaybolduğu belirsiz ve sisli yüzeyler) anlatım, Köken’in portre resmini fotoğrafın katı gerçekliğinden ayırır. Bu nedenle Nil Köken’in portreleri bir iç gerçekliğin anlatımıdır diyebiliriz. Kendi portrelerinin daha etkileyici olması en iyi tanıdığı modeli resmetmesindendir belki. Oto portrelerde ressam, modelini isterse çalışmak için kan uykusundan uyandırabilir. Onu yemek molası vermeden çalıştırabilir, model olarak acımasızca davranabilir. Ressamın kendi kendine model olması büyük bir konfor demektir. Kendinizle, kişiliğinizle ilgili bilgileri başkalarına yansıtmak cesaret ister. Oto portre çizen ressamın cesareti ise resmin kalitesini belirler. Nil Köken’in bu cesareti kendi portrelerinde gösterdiği söylenebilir. Tedirgin, içe dönük, kırılgan, çocukluğa dönmek isteyen ya da çocuk masumiyetine önem veren bu yüzler karşısında ressamın içtenliği ile karşılaşırız.
Bir ressam neden portre konusunu seçer? Modeliyle ilgili izlenimini açığa çıkartmak için, modeldeki kendisini (benini) anlamak için, modelindeki canlılığı sonsuz kılmak için, diğer portre ressamlarıyla yarışmak için, başka şeylere değil de yüzlere bakmaktan zevk aldığı için, yüzlerdeki gizemi açığa çıkartmak için, kendini başkasına eklemlemek için… Nil Köken’in bu yoğunlukta portre resmi çalışmasının nedenlerini bilmek isterdim.